Bir süredir Cumhuriyet Halk Partisi’nde yeni parti programı hazırlama çalışmaları sürdürülüyor. Önümüzdeki Kurultay’da yeni parti programı da kabul edilmiş olacak. Programlar, partilerin en önemli politik metinleridir. Değişen ülke ve dünya koşullarına göre program yenilemek oldukça mühim ve meşakkatli bir iştir. CHP’nin altı ok programını ilan ettiği 1931 Kurultayı dokuz, Kemalizm’in ideolojik rehber olarak benimsendiği 1935 Kurultayı sekiz gün sürmüştür. Bu kurultayların raporları (o günkü adıyla tutalgaları) incelendiğinde, parti delegelerinin günlerce her başlıkta yoğun bir çalışma ve tartışma içinde bulundukları gözlenebilir. Ortanın solu tartışmasının damgasını vurduğu ve Bülent Ecevit’in Genel Sekreter seçildiği 1966 Kurultayı ise beş gün sürmüştür. Geçmişte parti kurultayları sadece organ seçimlerinin yapıldığı; liste savaşları ve kulis faaliyetlerinden ibaret bir saha değildi. Esas olarak parti politikaları, delegelerin eksiksiz katıldığı uzun ve çetrefilli oturumlarda belirlenir, burada ortaya çıkan siyasal yönelim, kurultay listelerine yansırdı. 1990’lı yıllarla beraber Kurultaylar gittikçe bir performans sahnesi görünümü aldı. 1998 CHP Kurultayı’nda Deniz Baykal’ın, Ricky Martin’in şarkısı ve konfetiler eşliğinde merdivenlerden koşarak sahneye inişi, ciddi program tartışmalarının yapıldığı bir politik kamusal alan olan Kurultayların, şov arenasına döndüğünün en çarpıcı sembolüydü. Nitekim bu yıllarla beraber parti politikalarının belirlenmesinde delegelerin ağırlığı tamamen ortadan kalkmış, Başkan’ın çevresindeki dar bir danışman ekip esas yönlendirici olarak belirmiştir. Özellikle dış politikaya ilişkin karar ve tutumlarda, hariciye bürokrasisinden gelen emekli büyükelçilerin etkisi dikkat çekicidir. Son yıllarda NATO’cu kanadın en keskin simalarından Ünal Çeviköz ve Namık Tan’ın, kimi zaman parti üyelerinin bile sabrını zorlayan Atlantikçi açıklamaları tazeliğini koruyor. Fakat son dönemde CHP dış politik konulardan tamamen uzaklaşmış görünüyor. Dünya büyük bir alt üst yaşarken, Türkiye’nin güneyi ve kuzeyi büyük bir savaş alanı haline gelmişken, bu ilgisizlik dikkat çekici. Türkiye’yi yönetmeye hazır bir görüntü vermek için, CHP’nin ciddi bir dış politika bakışına sahip olması şart. CHP’nin son dönemde dış politikaya ilişkin sessizliğinin, ülke içindeki çok büyük sorunları gündemde tutma gayretiyle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Esas sorun partide dış politikayı belirleyen kişilerin dünyanın içinde bulunduğu durum karşısında yaşadıkları travmada gizli. Namık Tan’ı düşünelim. Bakış açısı Atlantik’in bir bütün olarak NATO’da ittifak içinde olduğu duruma ve ABD liderliğinde dünyanın hegemonik güç merkezi olan Batı’nın belirleyiciliğine dayanıyor. Bu bakışa göre Türkiye her ne olursa olsun Batı içinde yer almalı, Batı kaynaklı bile olsa karşılaştığı tüm sorunları gerekirse tavizler vererek yine onlarla beraber çözmelidir. İşte CHP’nin dış politikadaki sessizliğinin arkasında bu bakış açısı yatmaktadır. Tan’ın zihnindeki dünya uzun bir süredir çöküş emareleri vermekteydi ve nihayet çöktü. Trump’ın iktidara gelişiyle birlikte artık NATO ittifakının tamamen çözüldüğünü görebiliyoruz. Avrupa bu gerçeklik üzere son Londra buluşmasında alternatif bir Avrupa savunması üzerinde durdu. Dağılan sadece NATO mu? AB de bundan payını aldı. Bugün AB içinde Trumpist birçok lider var, bir kısmı iktidarda bir kısmı ise iktidara hazırlanıyor. Avrupa’nın lokomotifi Almanya’da bile Afd’nin aritmetiksel yükselişi sürüyor. Ukrayna’ya destek için yapılan toplantıya birçok AB üyesi ülke katılmadı. Artık “Birliğin politikası”nın bağlayıcılığı yok, bütün kartlar yeniden karılıyor. Tek bir Batı yok, ABD; Rusya, İsrail ve Hindistan’la birlikte yeni bir ittifak hazırlığında, bu koşullarda enerji ve silah yoksunu Avrupa’ya Çin göz kırpıyor. Eski dünyanın Atlantikçileri yeni durum karşısında bocalıyorlar, ne yardan ne serden geçeriz dercesine ABD ve AB’nin yeniden bütünleşmesini bekliyorlar ama nafile. Bu durumda çevresi ateş çemberine dönmüş bir ülkede, pozisyon alamayan Atlantikçilerimiz susmayı tercih ediyorlar. Namık Tan ömür boyu susabilir, bizi alakadar etmez ama CHP’nin hazır parti programı yenileniyorken, Dünya’daki yeni durumu dikkatle analiz etmesi ve yeni siyasetler belirlemesi şart. Programda hâlihazırda yer alan NATO’ya bağlılık ve AB hedefi artık çok arkaik ve günümüze hiçbir şey söylemiyor. CHP, Kurultay sürecinde Türkiye’nin birikiminden yararlanarak programını hazırlamalı ve delegelerin sadece listelerle değil, parti politikalarıyla ilgili olduğu bir Kurultay toplamalıdır. King’s Man’in Şemsiyesi Önce Ukrayna’nın sonra Dünya’nın başına bela olmaktan başka vasfı olmayan Zelenski’nin son Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı’nın büyük şemsiyesi altında verdiği görüntü çok tartışıldı. Kimileri Zelensiki’nin arık Türkiye’nin şemsiyesi altında olduğu gibi son derece tehlikeli sözler ettiler. Şemsiye denince, İngiliz derin devletinin bir kurumu olan hayali King’s Man organizasyonunun anlatıldığı sinema serisi aklıma gelir. Organizasyonun derin ajanlarının en önemli silahı şemsiyedir. Türkiye de uzun süredir İngiltere ile beraber hareket eden bir ülke. Türkiye düşmanlığı tartışmasız olan Demokratlar ABD’de iktidardayken İngiltere ile birlikte denge kurmak akla yatkındır. Fakat Suriye’de HTŞ’nin iktidarı ele geçirmesi gibi temelde İngiliz kurgusu olan bir olayda Türkiye’nin çok öne çıkmasının belirli sakıncaları oldu. Fakat esas büyük sorun, Ukrayna Savaşı’nın sürmesine yönelik İngiltere’nin, gerekirse III. Dünya Savaşı’nı göze alan yaklaşımına Trump’un açıkça cephe almasıyla ortaya çıktı. Ordusuz Avrupa’nın ABD olmadan Rusya ile savaşı sürdürmesi elbette mümkün değil. İşte tam bu sırada hükümete yakın akademik ve bürokratik çevrelerde, Türk Ordusu Avrupa için elzemdir, Rusya karşısında biz Avrupa’yı koruyalım, onlar da bizi AB’ye alsın sözleri edilmeye başladın ki aman dikkat. Yeni bir Kırım Savaşı ihtimali Türkiye’ye çok ağır bedeller ödetir. Ukrayna’nın durumu ortada. O açılan şemsiye King’s Man’ın şemsiyesi olacak diye epey ürperdim fakat Londra’da yapılan zirveye Türkiye’nin devlet başkanı değil dışişleri bakanı seviyesinde katılması şimdilik ihtiyatı koruma kararında olduğumuzu gösterdi. Fakat bu ihtiyatı zorlayan çeşitli olaylar da yaşamıyor değiliz. Bunlar da bir sonraki yazının konusu olsun…